Netflix’in Disney ve Pixar yapımlarını anımsattığı başarılı bir iş olmuş Deniz Canavarı (The Sea Beast). Zira animasyonun yönetmeni Chris Williams, Disney geçmişi olan (Bolt, Moana, Baymax) bir isim. Yönetmenin Netflix arşivine hazırladığı bu animasyon ise tam bir çocuk anlatısından ziyade efsanelerle dolup taşan ve yer yer ürkütücü olmaktan çekinmeyen bir masal tercihine dönüşmüş. Lakin animasyonun geneli bu tarzla ilerlemiyor. Daha doğrusu macerasını kasvetli başlatıp duygusal noktaları iyi seçip birleştirerek ışığa ulaşan bir efsaneye dönüştürebiliyor.
Deniz Canavarı’nın referansları ve esinlendiği noktalar çok sağlam eserlere dayanıyor. Çocuksu yanını Moby Dick, maceraperest yönü Karayip Korsanları, ürkütücü tarafları ise deniz canavarlarının hakimiyetindeki Hollywood filmlerinden besliyor. Fakat bunu bir efsane anlatırmışçasına sağladığı için ilk sahne itibariyle kendini izlenebilir kılmayı başarıyor.
İtiraf edeyim, Netflix algoritmasında karşıma çıktığında bu animasyon özellikle fragmanıyla ikinci sınıf bir izlenim vermişti bana. Lakin iç sesimi dinleyip şans tanımam oldukça heyecanlı ve bir o kadar da duygusal bir işle buluşmamı sağladı.
Film kraliyete çalışan denizcilerin okyanustaki dev ve vahşi deniz canavarlarını avlama çabalarıyla açılıyor. Bu deniz canavarı avcılarının en ünlüsü Kaptan Crown önderliğindeki İnevitable gemisi ve mürettebatıdır. Kaptan Crown, bir gözünü kaptırdığı canavar Kızıl Fırtına’yı avlamak adına canla başla çalışmaktadır ve sonrasında da kaptanlığı çocukken denizde bulduğu Jacob’a bırakmayı planlamaktadır. Bunun dışında çocukluğunu bu avcıların efsanelerini okuyarak geçiren küçük yetim kız Maise de maceranın bağlayıcı unsuru olarak dikkat çekiyor.
Animasyon, ilk sahne itibariyle niyetini belli eden bir üsluba sahip. Hedef kitlesi 8 yaş üzeri seyirciler. Karakterlerin mücadele ettikleri deniz canavarlarının betimleri son derece büyük ve ürkütücü. Ayrıca oluşturulan atmosferin gerçekçiliği de maceranın sıklıkla bir çocuk anlatısından ziyade yetişkin bazlı bir tarz olduğu izlenimini veriyor ilk yarı boyunca. Alkol kullanımı, karakterlerin sıklıkla ölümden bahsedişleri ve kesici – ateşli silahlı çatışmalar 8 yaş altı izleyiciler açısından belli noktalarda sakıncalı kaçabilecek derecede.
Filmin en yumuşak karnı ise yetim kız çocuğu Maise. Bu kız öykünün aslında bitiş çizgisi olarak kabul edilebilir. Özellikle hem canavar Kızıl Fırtına, hem de gözü kara avcı olan Jacob ile kurduğu bağlar, öykünün bir noktadan sonra ılımlı bir hal kazanacağının habercisi oluyor. Çünkü öyle sıkı mücadeleler ve stresli karakterlerle tanışıyoruz ki bir süre sonra anlatılan kesinlikle bir çocuk filmi olmadığı düşüncesinde kapıldığımız için yetim kızın görevi maceranın ana meselesini dillendirebilmek oluyor. Zira bu konuda da başarılı olduğu söylenebilir.
Çocuklukta anlatılan efsanelerin bir nevi gerçeğe kavuşturulması yorumunu da hak ediyor bence. Diyorum ya tahminimden çok daha usta bir anlatım biçiminde sahip ve animasyonun her sahne ve karakteri hikayenin birer bağlayıcı unsuru olmayı başarabilmiş.
Renkleri, şık animasyon tekniği ve özellikle aşıladığı duygusal bağ, filmde insanın şekil verdiği doğaya karşı olumlu ve olumsuz tutumlarını çok güzel yansıtabilmiş. Şahsen izledikten bende sonra Gore Verbinski’nin Karayip Korsanları serisi ve Disney’den Peter Pan animasyonunu yeniden izleme isteği oluştu. Bol deniz, bol şamata ve bol macera…