Disney animasyonları; hayat bulan bir kukladan, uçmayı öğrenen bir file, insani özelliklere sahip hayvanların öykülerine kadar her çeşit fantastik betimi hayata geçirmiştir. Bana göre yeryüzünde çocukluğu tatmış çoğu insan için Disney kelimesinin değeri gökyüzüdür. Çünkü Disney demek; eğlence, sihir ve bitmek bilmeyen maceralar demektir. Sadece bunlarla da sınırlı değil, anlatılan her öykünün yüreğe dokunan, çocuksu ruhlara hayata dair anlamlar kazandıran mucizevi etkileri olmaktadır.
Walter Disney, daha önce çizmiş olduğu Tavşan Oswald karakterinin tüm haklarının çalıştığı stüdyoya ait olduğunu öğrenmesinin ardından, eve dönüş yolunda bulutlardan esinlenerek çizdiği Mickey Fare karakteri sayesinde yıllar boyu süre gelecek muazzam bir şölenin ilk adımını atmış bulunmaktaydı. Belki o anda bu mucizenin fitilini ateşlediğinin farkında bile değildi ama sadece bir fareyle başlayan bu macera günümüzde artık rakiplerini satın alarak yoluna devam eden, tüm dünyayı etkisinde tutabilen uçsuz bir oluşumun yükselişine vesile oldu.
Başlangıçtan itibaren kurmuş olduğu stüdyonun ismi ve kaliteli özgünlükle oluşturulan cazibesinin daima eğlenceyi temsil etmesini amaçlayan Walt Disney, bu temsilin ilerleyişine de uzun dönemlere yayılmasını başaran bir referans kazandırdı.
Nitekim 90 seneyi aşkın bir süredir Disney’in oluşturduğu yaratım, işinin erbabı olan mirasçıları sayesinde daima güçlü bir noktada kalıyor. Bu ilerleyişi destekleyen sihirse, ilk kısa metraj macerasından günümüze dek ulaşan her anlatıda aynı etkiyi farklı tınılarla sunarak güncelliğini koruyor
Takvim 1933’ü gösterdiğinde Walt, kısa animasyonlarında yakaladığı başarıyı artık uzun metrajlı bir masalla sürdürme kararı almıştı. Aklındaki fikir basit bir çizgi film değil, en az canlı çekim tekniği kadar kaliteli olabilecek derecede değerli bir işi ortaya çıkarmaktı. Nitekim hem çocukların çabuk kavrayıp benimseyebileceği, hem de içinde bulundurduğu temalar sayesinde yetişkinlere de cazip gelebilme ihtimali olan Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, bu stüdyonun tarzı açısından muazzam bir seçenekti.
Pamuk Prenses ve Prens arasındaki toz pembe aşk, Kötü Kraliçe’nin karanlık emelleri ve tüm bu olan bitenin arasına serpiştirilen yedi adet sempatik cüce… Daha önce hayvan karakterler üzerine çalışan Disney animatörleri için bu fikir ilk bakışta oldukça ürkütücü gözükse de, dört yıla yayılan çekim süreci içerisinde birçok sorun olumlu çözümlere kavuşabildi. Geleneksel sanatçıları işe alıp bünyesindeki animatörlerle ortaklık kurduran Walt, 1937’nin Noel’ine ucu ucuna yetiştirdiği bu filmiyle birlikte yepyeni bir çağın kapısını aralayan isim olarak tarihe geçmeyi başardı.
21 Aralık 1937’de açılış yapan film, eleştirmenlerin övgü dolu yorumlarını aldı ve o güne kadarki en büyük gişe hasılatına ulaştı. Fantastik anlatıyı insan karakterleri üzerinden ilerleterek doğa, meraklı hayvanlar ve müzikle harmanlanan bir seremoniye dönüşen bu masal, bana göre hâlâ etkisini yitirmeyen muhteşem bir rüyadır. Özellikle finalin ritmi ve karakterlerin birbirleriyle olan uyumu iyilikle ulaşılabilecek mutluluğun temsili bakımından etkili bir anlatı diline dönüşüyor.
Aslında filmin anlattığı tema hayli ağır. Fakat müzikal yanının devreye girmesi ve ayrıca cücelere ayrılan zamanın bol şamata ve sempatik reaksiyonlar üzerinden ilerlemesi bu ağırlığın yumuşak bir dile dönüşebilmesini sağlayabiliyor. Nitekim kağıt üzerinde öldürülmek istenen genç bir kızın, hiç tanımadığı yedi adamın evine sığınması, akabinde ise yeni bir suikaste kurban gidişine tanık olduğumuz bir film. Ancak, yazımın başında da belirttiğim üzere bu noktada devreye Disney’in meşhur sihri giriyor. Anlatılan dramın ufak dokunuşlar ve en önemlisi de çocukluk yönünün ağır bastığı insani duygusal çıkarımlar üzerinden şekillenip yeşermesini sağlıyor bu sihir. Böylece bir elma ısırığıyla son bulan güzel bir kızın hayatı, içten bir öpücükle ikinci bir şansı hak etmiş oluyor ve bizler de şimdilerde Disney+ üzerinden de ilerleyen bu sınırsız maceranın etkisinden her fırsatta beslenebilme hakkından yararlanmaya devam ediyoruz.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’in ülkemizde de etkileri farklı yansımalara bürünmüş. Aslında bu konuya değinip değinmeme konusunda kararsızdım ama 1970 yılındaki Ertem Göreç tarafından çekilen uyarlamanın da çok büyük değer taşıdığını belirtmeden edemedim. O dönemin koşullarında, orijinal animasyonun birebir aynısını beyaz perdeye taşıyan Göreç, kostümlerinden, sahne kurgusuna kadar çoğu detayda animasyonun artılarıyla beslenmeyi tercih etmiş.
Zeynep Değirmencioğlu’nun Pamuk Prenses kostümüyle boy gösterdiği film, 90’larda genellikle Kanal 6 ekranlarında gösterilirdi. Ayrıca filmde Cadı Kraliçe’yi canlandıran Suna Selen’in Antalya Film Film Şenliği’nden En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü aldığını da belirteyim. Üstelik Kraliçe’nin yaşlı cadı olmayan, normal kompleksli versiyonunu da Belgin Doruk canlandırıyor!
Öte yandan ülkemizde Keloğan olarak bilinen cücenin de bu topraklardaki geçmişi hayli ilginç. Aslında animasyondaki ismi ”Salak” olan bu cüce, konuşma özelliği olmayan ve komedi dozu en yüksek kahraman. Fakat nasıl bir uyarlama tercihidir bilinmez, tasarımından olsa gerek bizim uyarlamamızda ”Kel Oğlan” olarak benimsendi. Hatta öyle ki Yıldız Kitabevi’nin 1968 senesinde bastığı ve filmle tamamen alakası olmayan ”Kel Oğlan” kitabının kapağında animasyondaki en komik cüce Salak’ın resminin olması da bana göre tarihi bir olay!
Kendimi bildim bileli çocukluğuma dokunan filmlerin özel bir ruha sahip olduğunu düşünmüşümdür hep. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler de hiç yaşlanmayan bir ruh taşıyor öyküsünde. Pembe yanaklı Prenses, sevimli cüceler ve Kötü Kraliçe’yi takip eden ürkünç akbabalara kadar birçok yönüyle animasyon tarihinin atası olmayı sonuna kadar hak ediyor. Hal böyle olunca bana ve belki de size de aklımıza her estiğinde ya da ilk fırsatta bu filmi izleyip mutlu olma fırsatı doğmuş oluyor.
Bu fırsatı dikkate alıp muhakkak değerlendirin. Benden söylemesi; çok mutlu olursunuz!